top of page
Search

‘Kurmadığım Oyunda Yokum’ Mu!

ree

Arkadaşımla dertleşiyorduk. Annesinden bahsederken, “kendisinin kurmadığı oyunda var olmak istemiyor” dedi. İçime işledi. Ne kadar tanıdık, ne kadar dramatik… Türkiye’de anneler —belki de toplumun kadınlardan beklediği o sonsuz sorumluluk ve denetim yüzünden— çoğunlukla böyle davranıyor. Müdahaleci, kendi kurgusunu başkalarının hayatına dayatan… 


Ama mesele sadece annelerle sınırlı değil. Sevdiklerimizin çoğu, farkında olmadan aynı tavrı sergileyebiliyor. Bir ilişkide, bir dostlukta, bir aile bağında... Sürekli oyunun kurallarını koymak istiyorlar. Ve işte tam burada akla şu soru düşüyor:  Her an oyun kurucu mu olmak zorundayız? Ya da hep başkasının sahnesinde, başkasının kurallarıyla mı oynamalıyız? 


İçimizden söylemek istediğimiz şey aslında çok yalın:  “Bak, bu benim hayatım. Seni seviyorum ve yanında olmak istiyorum. Senin de yanımda olmanı aynı şiddette istiyorum. Ama hep senin kurduğun oyunla yaşayamayız. Benim de senden başka bir hayatım var.” 

Fakat bunu söylemek kolay değil. Sevgimizden dolayı kalıyoruz. Belki de başkası olsa arkamızı döner gideriz. Ama sevdiklerimiz söz konusu olduğunda o sahneden ayrılmak seneler alıyor. O seneler boyunca bir yandan isyan ediyor, bir yandan susuyor, bir yandan savaşıyoruz. Ve sonra geriye dönüp baktığımızda, yıllarımızı geri alamadığımızı fark ediyoruz. İşte trajedi burada başlıyor. 


Virginia Woolf, “kendine ait bir oda” ihtiyacını anlatırken yalnız yazarlardan bahsetmiyordu; hepimizin kendi sahnesine, kendi kurgusuna ihtiyacı var. Ama bu oda, bu sahne, sevdiklerimizle olan bağımızı reddetmek değil; tam tersine, daha sahici bir beraberliği mümkün kılacak bir alan. 


Belki de asıl mesele şudur: Oyunu birlikte kurmayı öğrenmek. Ne sadece kendi sahnemizde tek başımıza, ne de başkasının sahnesinde figüran gibi… Özgürlük, belki de birlikte var olmanın, kuralları birlikte koymanın cesaretinde gizlidir. 


TURUNCU 

 
 
 

Comments


© 2035 by The Artifact. Powered and secured by Wix

bottom of page